Milay Köktürk Darbelerin anatomisi ve derin çete Cumhuriyet’in en akılcı rejim olduğunu kavrayan, bu ülke insanının huzurlu ve mutlu geleceğini tam demokraside gören “organik aydın”ların bugünlerde tüm gündemleri bir kenara bırakması, sadece ve sadece çeteleri tartışması gerekir. Gün geçmiyor ki yeni bir çete ortaya çıkmasın! Sağımız, solumuz, önümüz, arkamız; her yer çete olmuş… Fakat bir çete var ki, tartışmanın merkezine asıl o oturmalı. Gerçi Atabeyler’den Sauna’ya kadar bir yığın derin çete ifşa edildi ama galiba bu çete en derinlerinden! Geçmişte ülkenin geleceğini karartan, son yıllarda da karartmaya yönelik eylemlere imza attığı düşünülen derin çete… Gladyo denilen emperyalist örgütlenmenin Türkiye kolu; adı da Ergenekon imiş. Şimdi tasfiye sürecinde. Tabii tam olarak tasfiye edilebilecek mi, yaşayıp göreceğiz. Bu tasfiye Türk polisinin başarısıdır, onu ifade edelim ve şu soruyu da soralım: Onbeş yıl önce Batı ülkelerinde benzer örgütlenmeler tasfiye edildi. Türkiye’de ise kimsenin kılı kıpırdamadı. Niçin? Yoksa bu tasfiye de, örgütlenmenin merkezinde, okyanus ötesinde planlanan bir şey mi? Böyle bir örgütlenmenin açığa çıkarılıp ortalığa dökülmesi, geçmişte olup bitenleri daha net anlamamızı sağlıyor; hem 12 eylül öncesini hem de 90 sonrasını. Hep söylenmez miydi “bir gün önce devrimcileri öldüren silah bir gün sonra ülkücüleri öldürdü” diye! Fakat buna kimse inanmadığı gibi kulak da vermedi. Öyle ya, böyle bir şey, Türkiye’nin her yerinde nasıl olabilirdi? Bu, ancak örgütlü bir hareketin eseri olmalıydı. Devlet diye bir kurum olduğuna ve böyle bir örgütlenmeye göz yummayacağına göre, böylesine yaygın bir örgütü nasıl bulup çıkaramazdı? Hem kimdi bu bir gün birini bir gün diğerini öldüren? Amerika mı? Elin Conisi nasıl olup da bu ülke insanını yönlendirebilirdi? Ancak otuz yıl sonra anlıyoruz ki, belki devleti yönetenlerin bile haberdar olmadığı böyle bir örgütlenme varmış… Ecevit’in 70’li yılların sonunda Kontgerilla diye dile getirdiği şey gerçekmiş ve buymuş. O zaman, Türkiye’yi 12 eylül darbesine taşıyan süreç daha bir aydınlanıyor. Hatta Kenen Evren’in “1978’de müdahale etmeye karar verdik, fakat şartların olgunlaşması için iki yıl bekledik” beyanının anlamı daha net ortaya çıkıyor. Bu çete ve eylem biçimi, darbelere giden sürecin yapısını da anlatıyor. Nedir darbelerin anatomisi? Önce kamplaştır, sonra düşmanlıkları körükle, kavgaları tetikle ve tahrik et! Hele bir de tetiği çekip suçu “öbür taraf”a atınca, olayların arkası zincirleme reaksiyon gibi gelir. Devamında ülke kan gölüne döner. “Ülke elden gidiyor” kampanyaları sıradan insanların zihninde bile kamplaşmaya zemin hazırlar. Böylece herkes politize olur, kamu otoritesi gitgide işlemez hale gelir. Ülkenin selameti için bir noktada artık darbeden başka hiçbir yol kalmaz… Bu düzen nasıl kurulup işletilebilir? Her yere kolu uzanan bir örgütlenme inşa edilirse, bu kolların saha elemanları sivil insanlarla hemhal olup onları yönlendirirse, hele bir de bu elemanlar birtakım dernek gibi birtakım kurumlara sızarsa, harekat planı tamamdır. Zaten bu insanlar, yani bu örgütlenmenin saha elemanları ve biraz daha üst düzeydekiler bunu vatan için yapıyorlardır. Sürmekte olan “ülke elden gidiyor” kampanyaları bir “karşı grup”un da ortaya çıkışını kolaylaştırır. Yani bölünmenin ve çatışmanın doğal zemini, yaygınlaşma şartları oluşmuştur. Galiba 12 eylül öncesinde tam da bu çizgi yaşandı. Önce sol hareket başladı, hemen arkasından fraksiyonlara ayrıldı. Bunlardan bir kısmı Rusya bağlantılıydı, büyük bir kısmı ise bu veya başka bağlantıların töhmeti altında kaldı. Bu sürece “komünizmle mücadele” derneklerinin eşlik ettiğini unutmayalım. Ve feryat başladı: Sol Türkiye’yi Rusya’ya satacak! Olaylar filizlenmeye başladıkça, vatanın elden gitmekte olduğuna inandırılan Anadolu evlatları “bahtı kara maderini” kurtarmak ve “vatanın bağrına saplanmış düşman hançerini” çıkarmak için yolara döküldü. Karşı örgütlenmeler (sağ) kuruldu ve teşvik edildi. (Ne gariptir ki, vatanı satacağı söylenen sol gençliğin kahir ekseriyeti de Anadolu evlatlarıydı.) Bu sefer de yeni ortaya çıkan gençliğin ülkeyi Amerika’ya satacağı söylendi. Ortam gerildi, tetik/pim çekildi ve arkası geldi. 11 eylül gününe gelindiğinde, aklı selim sahibi herkes, artık darbeden başka hiçbir yol görememekteydi. Başka bir ifadeyle, bu oyunu tezgahlayanlar, her dereceden piyonlara darbeden başka yol bırakmamışlardı. Mahir Kaynak 12 eylül öncesi yıllar için “tarihin en büyük provakasyonu” demekte haklıdır. Çünkü o yıllarda devleti yöneten herkes bu tuzağa düştü; darbeciler de dahil! Bu ülkenin gencecik evlatları ya birbirine öldürtüldü veya Ebu Gureyb’den daha vahşi işkencelerden geçirildi; badireyi en hafif atlatanlarının ise geleceği karardı. Hayatlarının baharında en güzel yılları heba oldu. *** 90’lı yılların ilk yarısında bazı aydınlar öldürüldü ve failleri yakalanamadı. O aralarda Sivas’ta bir grup aydın yakıldı. (Yakın tanıklarına göre engellenebileceği halde engellenemedi!) İhale irticacılarda kaldı. 28 şubatlı yıllara dönelim…. RP iktidar oldu, Erbakan tuhaf icraatlar sergiledi. Tam bu sıralarda birden bire tuhaf giyimli iğrenç insanlar meydana çıktı. Asalarıyla “rejim”e meydan okumaya başladılar. Topu topu bir otobüse doldurulup bir nezarethaneye kapatılacak kadar olan bu grup aylarca ortalıkta dolaştılar ve hiç kimse “gelin bakalım” demedi. Kalkancılar, Emireler, Fadimeler, abuk subuk tarikatlar, tv düğmesine her dokunuşta odaya doluşan ve insanı ürperten, din adına yapıldığı iddia edilen birtakım ayin görüntüleri… Bu sefer kampanyaya “rejim elden gidiyor” feryatları/beyanatları eşlik etti. Ve 28 şubat… Sisi bile o yıllarda öldürülen barmenin evine Kur’an yerleştirmekle görevlendirildiğini söylemedi mi? Darbelerin anatomik yapısında, halktan destek alma adımı çok önemli. Bunun için de gerilim olmalıdır. Hele gerilimin çatışmaya dönüşmesi darbecilerin ekmeğine yağ değil bal sürer. Ülkede kaos oluşturmak için düzenlenen örtülü oyunlar, halkı “darbe olsun da kurtulalım” diye düşünmeye sevk eder. 12 eylül öncesi bu destek kazanıldığı halde, 28 şubatta kazanılamadı. Yine de bir gerilim vardı: Başörtüsü yasağı… Ama birtakım gösterilerle sınırlı kaldı ve çatışmaya dönüşmedi. Bazen Cuma günleri Beyazıt meydanında ufak tefek protestolar olduysa da, toplumsal kaos oluşmadı. Bu yasak sadece üniversite kapılarında süren bir gerilim olarak mevcudiyetini korudu. İşin ilginç tarafı, 2002 seçimlerinden sonra bu gerilimi tırmandıracak bir gösteri furyası hiç olmadı. 28 şubat postmodern bir darbeydi. Yani darbelerin anatomisi yine aynı şekilde karşımıza çıktı. Bütün bunları muhtemelen Gladyo örgütlenmesinin sivil halka uzanan kolu tezgahladı. *** İki darbe sonunda ne oldu? 12 eylülden sonra Türkiye kapitalistleşme sürecine sokuldu. Yani Türk ekonomisi dünya (Batı) ekonomisine entegre oldu. O sıralarda, çalışmaya başlayan ekonominin kaynaklarını tüketen PKK terörü başladı. Tabii bu terörün ülke insanına verdiği her türden zarar da cabası! Kamu maliyesinde, erken emeklilik (ki Demirel’in hediyesidir), yüksek taban fiyat vs nedeniyle oluşan büyük ölçekli bozulmalara bir de yanlış tedbirler ve yaşanan kriz eklenince, borç batağı ufukta göründü. Ama yine de üstesinden gelinebilirdi. 28 şubattan sonra ise kamu maliyesi iyice bozuldu. Bunu anlama için, 28 şubatın hemen öncesinde, 1997 ocak ayı sonunda % 80 civarında seyreden faizlerin 28 şubat sonrasında % 140’lara tırmanmasını ve aylarca o civarda seyretmesini hatırlamak yeterlidir. Tabii ardından mali piyasalar çöktü, reel ekonomi iflasın eşiğine geldi: 2001 krizi… 2001 krizi Türk tarihinin en büyük ekonomik kriziydi. Baba Bush ve ekibinin o sıralarda İstanbul’a gelip “ekonomi kurumlarını ucuza kapatmaya geldik” beyanatını hatırlayalım. 2001 sonrası ekonomi politikaları, Türk şirketlerinin yabancılarla yaptığı evlilikler, sıcak para vakıası, yabancıların Türk para ve sermaye piyasalarına egemen oluşu, ekonomiyi kontrol edebilecek büyüklüğe ulaşması…. Bütün bunlar yavaş yavaş gerçekleşti. Yani ikinci darbe de Türkiye’yi küresel sermayenin tam egemenliğine soktu. (Bir ekonomist çıksa da, 1997’den itibaren anormal derecede yükselen faizin maliyetinin ne olduğunu hesaplasa!) Bu süreçte AKP iktidarının rolü nedir? 2002’ye kadar olup bitenlerde herhangi bir rolü yoktur. Ama 2002 iktidarı sonrası, AKP kendine tembih edilenin dışına hiç çıkmadı ve küresel sermayenin her dediği yapıldı. Türkiye’ye sıcak para aktı ve akmaya devam ediyor. Artık ekonominin, piyasaların geleceğini yorumlamak için Amerikan ekonomisine ve Wall Street’e bakılıyor. Artık isteseniz de bu ekonomik işgalden kurtulamazsınız; en azından kısa süre zarfında… Artık isteseniz de, küresel sermayeye rağmen siyasal alanı dilediğiniz şekilde biçimlendiremezsiniz. Mesela darbe yapamazsınız! *** Geçmişe dönüp soralım: Sahi, nerede bu Aczimendiler? Nerede bu Kalkancılar, diğer sarıklı cüppeli şahsiyetler? Birden ortalıktan kayboldular. Yakın döneme bakarak soralım: 2002 sonrası sular duruldu mu? Darbe anatomisi ne durumda? Sular durulmadı ve anatomik inşa sürüyor(du) ve şekilleniyor(du). Dink, papaz ve misyoner cinayetleri, Danıştay saldırısı, Cumhuriyet gazetesine bomba atılması vs. Tanık olduğumuz süreç işledi. Geçen yıl Nisan ayından itibaren da tüm ülkede “rejim elden gidiyor” mitingleri düzenlendi. Seçimlerden sonra kısa süreli bir suskunluk oldu ve normalleşmeye başladığımızı düşündük. Hemen arkasından Başbakan’ın başörtüsü açıklaması, ardından Anayasa’da yapılan değişiklikler vs. Son günlerde ise “namaz meraklıları” ve bunlarla ilgili haberler ortalığa döküldü. Okulun birinde kızlara dinsel baskı yapılmış. (Hemen Meclis araştırma komisyonu kuruldu da dinsel baskı değil mahalle baskısı olduğu anlaşıldı) Rivayet bu ya, biri şehirler arası otobüsü namaz kılmak için durdurmuş. (Sanki kaza edemezmiş gibi) Biri Akmerkez’de ortalık yerde namaza durdu. Basın “işte bakın neler oluyor” diyerek manşetlere taşıdı ama, anlaşıldı ki Arap turistmiş. Bir apartmanda dairelerin kapısına Allah yazılmış. Mersin’de kızlara kezzap atılmış. (Yakalandı da irticacı değil sapık olduğu anlaşıldı.) Basın da bütün bu ferdî olayları ballandıra ballandıra ekranlara taşıyor. Daha ne olaylar ve komplolar önümüze getirilecek, göreceğiz. *** Darbeler gerilim ve bu gerilime dayanan çatışma üzerine bina edilir. 28 şubatla oluşturulan gerilim başörtüsü yasağı üzerinden bugüne taşındı. Son yasal değişiklikler ise gerilimi tırmandırdı. Fakat tam bu sıralarda Gladyo tasfiye edilmeye başlandı. Yani anatomi tam şekillendirilemedi, gerilim yarım kaldı. Çünkü bu cinayetlerdeki karanlık bağlantılar ortaya çıktı ve halen konuşuluyor. Bağlantıların ucu da hep kamu görevlilerine dayanıyor. Cumhuriyet gazetesine atılan bombanın kardeşleri ele geçirildi. Danıştay saldırganının Ergenekon soruşturması çerçevesinde tutuklananlarla bağlantısını basın günlerdir yazıyor. Niçin eskisi gibi başarılı olamadılar? Öncelikle söyleyelim; artık neredeyse herkes bu türden gerilimlerin yapay olduğunu ve bir merkezden tezgahlandığını biliyor. Şöyle de düşünülebilir: Gladyo, gerilimi tırmandırabileceği siyasal grup bulamadığı için, ülkeyi kaos gibi gösterecek eylemlerini tek tek kişilere yaptırmaya başladı. Hepsi de fiyaskoyla sonuçlandı. Bu çerçevede Devlet Bahçeli’nin genel başkan olduktan sonra “hiçbir ülkücü hangi gerekçe ile olursa olsun, hiçbir çatışmanın içine girmeyecektir” talimatı etkili oldu. Organize bir grup provake edilemediğinde, gerilim çatışmaya dönüştürülemez. Gladyo’nun işini yapabilmesi için karşı karşıya gelmeye hazır gençliğin olması gerek… 12 eylül öncesinde Gladyo hem sağda hem solda yuvalanmıştı. Şimdi ise örgütlü bir sol gençlik yok! Burada Gladyo’nun müttefiki olabilecek kimler var? Sadece birkaç sol dinazor. Sağa gelince; ülkücüler bu tuzağa düşmedi. O kadar çaba sarfedildiği halde, PKK’lılarla ülkücüler çatışmaya girmedi. Son çare olarak ulusalcılık icat edildi, yine kamplaşma olmadı. Çünkü nerede için geçmiş emekli veya yeni yetme hedonist varsa, oraya onlar doluştu. Onbeş yıl önce Batı ülkelerinde tasfiye edilen Gladyo’nun Türkiye’deki uzantısı olan, tasfiye edilmeyen, sadece sınırı daraltılıp yedekte tutulan bu derin çete artık işini yapamaz oldu. Bu süre zarfında dişlerini kaybetmiş ama, onlar bunu fark etmemiş. *** Peki, derin çete niye tasfiye sürecine sokuldu? Artık ABD ve uluslar arası güçler Türkiye’de darbe istemiyor. Çünkü çıkarlarına aykırı bir yapı yok. O zaman bu çetenin suspus olması gerekmez mi? Onlarca yıl emperyalistlerin değirmenine su taşıyan bu çetenin “ulusalcı” olacağı tuttu. Onlar küresel güçlerden habersiz darbe anatomisi inşa etmeye kalktılar. Okyanus ötesinden düğmeye basıldı ve tasfiye edilmeye başlandı. Nokta dergisinin yayınladığı darbe günlüklerini hatırlayalım. Onların deşifre edilmesi de Okyanus ötesi menşeli. Gerçi derin çete karşı hamle yaptı ve “defter dürdü” ama bir kere proje deşifre edilmişti: Sivil toplum kurumları harekete geçirilecek… Yapıldı, fakat gerilim oluşturulamadı. Derin çete zaten tüm kozlarını kaybetmişti. Darbe meraklıları ancak ülke kan gölüne dönerse kendilerine bir gerekçe bulabilirdi. Mesela Türk-Kürt çatışması çıkarılmaya çalışıldı, anlaşıldı ki onların çatışmaya hiç niyeti yok. Bir başka koz Alevi-Sünni çatışması olabilirdi, artık bu koz da ellerinden kayıp gitti. Alevi insanlarımızın yıllarca süren “kendilerini anlatma ve tartışma” faaliyetleri bu iki grubun arasındaki buzları eritmekle kalmadı, buharlaştırdı bile! Darbe meraklıları artık köşelerine çekilmelidir. Ekonomik kriz darbelerin altını kısa sürede oyar. Bu ekonomik yapı ve mali durum sürdüğü müddetçe kimse darbenin sorumluluğunu üstlenemez. Bir darbe ülkenin toptan iflası ve ardından da parçalanması sürecini doğurur. İnsanın “iyi ki bu kadar dış borcumuz, cari açığımız var” diyesi geliyor; hazin ama gerçek! milaykokturk@gmail.com
Cumhuriyet’in en akılcı rejim olduğunu kavrayan, bu ülke insanının huzurlu ve mutlu geleceğini tam demokraside gören “organik aydın”ların bugünlerde tüm gündemleri bir kenara bırakması, sadece ve sadece çeteleri tartışması gerekir. Gün geçmiyor ki yeni bir çete ortaya çıkmasın! Sağımız, solumuz, önümüz, arkamız; her yer çete olmuş… Fakat bir çete var ki, tartışmanın merkezine asıl o oturmalı. Gerçi Atabeyler’den Sauna’ya kadar bir yığın derin çete ifşa edildi ama galiba bu çete en derinlerinden! Geçmişte ülkenin geleceğini karartan, son yıllarda da karartmaya yönelik eylemlere imza attığı düşünülen derin çete… Gladyo denilen emperyalist örgütlenmenin Türkiye kolu; adı da Ergenekon imiş. Şimdi tasfiye sürecinde. Tabii tam olarak tasfiye edilebilecek mi, yaşayıp göreceğiz.
Bu tasfiye Türk polisinin başarısıdır, onu ifade edelim ve şu soruyu da soralım: Onbeş yıl önce Batı ülkelerinde benzer örgütlenmeler tasfiye edildi. Türkiye’de ise kimsenin kılı kıpırdamadı. Niçin? Yoksa bu tasfiye de, örgütlenmenin merkezinde, okyanus ötesinde planlanan bir şey mi?
Böyle bir örgütlenmenin açığa çıkarılıp ortalığa dökülmesi, geçmişte olup bitenleri daha net anlamamızı sağlıyor; hem 12 eylül öncesini hem de 90 sonrasını. Hep söylenmez miydi “bir gün önce devrimcileri öldüren silah bir gün sonra ülkücüleri öldürdü” diye! Fakat buna kimse inanmadığı gibi kulak da vermedi. Öyle ya, böyle bir şey, Türkiye’nin her yerinde nasıl olabilirdi? Bu, ancak örgütlü bir hareketin eseri olmalıydı. Devlet diye bir kurum olduğuna ve böyle bir örgütlenmeye göz yummayacağına göre, böylesine yaygın bir örgütü nasıl bulup çıkaramazdı? Hem kimdi bu bir gün birini bir gün diğerini öldüren? Amerika mı? Elin Conisi nasıl olup da bu ülke insanını yönlendirebilirdi?
Ancak otuz yıl sonra anlıyoruz ki, belki devleti yönetenlerin bile haberdar olmadığı böyle bir örgütlenme varmış… Ecevit’in 70’li yılların sonunda Kontgerilla diye dile getirdiği şey gerçekmiş ve buymuş. O zaman, Türkiye’yi 12 eylül darbesine taşıyan süreç daha bir aydınlanıyor. Hatta Kenen Evren’in “1978’de müdahale etmeye karar verdik, fakat şartların olgunlaşması için iki yıl bekledik” beyanının anlamı daha net ortaya çıkıyor. Bu çete ve eylem biçimi, darbelere giden sürecin yapısını da anlatıyor.
Nedir darbelerin anatomisi?
Önce kamplaştır, sonra düşmanlıkları körükle, kavgaları tetikle ve tahrik et! Hele bir de tetiği çekip suçu “öbür taraf”a atınca, olayların arkası zincirleme reaksiyon gibi gelir. Devamında ülke kan gölüne döner. “Ülke elden gidiyor” kampanyaları sıradan insanların zihninde bile kamplaşmaya zemin hazırlar. Böylece herkes politize olur, kamu otoritesi gitgide işlemez hale gelir. Ülkenin selameti için bir noktada artık darbeden başka hiçbir yol kalmaz…
Bu düzen nasıl kurulup işletilebilir? Her yere kolu uzanan bir örgütlenme inşa edilirse, bu kolların saha elemanları sivil insanlarla hemhal olup onları yönlendirirse, hele bir de bu elemanlar birtakım dernek gibi birtakım kurumlara sızarsa, harekat planı tamamdır. Zaten bu insanlar, yani bu örgütlenmenin saha elemanları ve biraz daha üst düzeydekiler bunu vatan için yapıyorlardır. Sürmekte olan “ülke elden gidiyor” kampanyaları bir “karşı grup”un da ortaya çıkışını kolaylaştırır. Yani bölünmenin ve çatışmanın doğal zemini, yaygınlaşma şartları oluşmuştur.
Galiba 12 eylül öncesinde tam da bu çizgi yaşandı. Önce sol hareket başladı, hemen arkasından fraksiyonlara ayrıldı. Bunlardan bir kısmı Rusya bağlantılıydı, büyük bir kısmı ise bu veya başka bağlantıların töhmeti altında kaldı. Bu sürece “komünizmle mücadele” derneklerinin eşlik ettiğini unutmayalım. Ve feryat başladı: Sol Türkiye’yi Rusya’ya satacak! Olaylar filizlenmeye başladıkça, vatanın elden gitmekte olduğuna inandırılan Anadolu evlatları “bahtı kara maderini” kurtarmak ve “vatanın bağrına saplanmış düşman hançerini” çıkarmak için yolara döküldü. Karşı örgütlenmeler (sağ) kuruldu ve teşvik edildi. (Ne gariptir ki, vatanı satacağı söylenen sol gençliğin kahir ekseriyeti de Anadolu evlatlarıydı.) Bu sefer de yeni ortaya çıkan gençliğin ülkeyi Amerika’ya satacağı söylendi. Ortam gerildi, tetik/pim çekildi ve arkası geldi. 11 eylül gününe gelindiğinde, aklı selim sahibi herkes, artık darbeden başka hiçbir yol görememekteydi. Başka bir ifadeyle, bu oyunu tezgahlayanlar, her dereceden piyonlara darbeden başka yol bırakmamışlardı.
Mahir Kaynak 12 eylül öncesi yıllar için “tarihin en büyük provakasyonu” demekte haklıdır. Çünkü o yıllarda devleti yöneten herkes bu tuzağa düştü; darbeciler de dahil! Bu ülkenin gencecik evlatları ya birbirine öldürtüldü veya Ebu Gureyb’den daha vahşi işkencelerden geçirildi; badireyi en hafif atlatanlarının ise geleceği karardı. Hayatlarının baharında en güzel yılları heba oldu.
***
90’lı yılların ilk yarısında bazı aydınlar öldürüldü ve failleri yakalanamadı. O aralarda Sivas’ta bir grup aydın yakıldı. (Yakın tanıklarına göre engellenebileceği halde engellenemedi!) İhale irticacılarda kaldı.
28 şubatlı yıllara dönelim…. RP iktidar oldu, Erbakan tuhaf icraatlar sergiledi. Tam bu sıralarda birden bire tuhaf giyimli iğrenç insanlar meydana çıktı. Asalarıyla “rejim”e meydan okumaya başladılar. Topu topu bir otobüse doldurulup bir nezarethaneye kapatılacak kadar olan bu grup aylarca ortalıkta dolaştılar ve hiç kimse “gelin bakalım” demedi. Kalkancılar, Emireler, Fadimeler, abuk subuk tarikatlar, tv düğmesine her dokunuşta odaya doluşan ve insanı ürperten, din adına yapıldığı iddia edilen birtakım ayin görüntüleri… Bu sefer kampanyaya “rejim elden gidiyor” feryatları/beyanatları eşlik etti. Ve 28 şubat… Sisi bile o yıllarda öldürülen barmenin evine Kur’an yerleştirmekle görevlendirildiğini söylemedi mi?
Darbelerin anatomik yapısında, halktan destek alma adımı çok önemli. Bunun için de gerilim olmalıdır. Hele gerilimin çatışmaya dönüşmesi darbecilerin ekmeğine yağ değil bal sürer. Ülkede kaos oluşturmak için düzenlenen örtülü oyunlar, halkı “darbe olsun da kurtulalım” diye düşünmeye sevk eder. 12 eylül öncesi bu destek kazanıldığı halde, 28 şubatta kazanılamadı. Yine de bir gerilim vardı: Başörtüsü yasağı… Ama birtakım gösterilerle sınırlı kaldı ve çatışmaya dönüşmedi. Bazen Cuma günleri Beyazıt meydanında ufak tefek protestolar olduysa da, toplumsal kaos oluşmadı. Bu yasak sadece üniversite kapılarında süren bir gerilim olarak mevcudiyetini korudu. İşin ilginç tarafı, 2002 seçimlerinden sonra bu gerilimi tırmandıracak bir gösteri furyası hiç olmadı.
28 şubat postmodern bir darbeydi. Yani darbelerin anatomisi yine aynı şekilde karşımıza çıktı. Bütün bunları muhtemelen Gladyo örgütlenmesinin sivil halka uzanan kolu tezgahladı.
İki darbe sonunda ne oldu?
12 eylülden sonra Türkiye kapitalistleşme sürecine sokuldu. Yani Türk ekonomisi dünya (Batı) ekonomisine entegre oldu.
O sıralarda, çalışmaya başlayan ekonominin kaynaklarını tüketen PKK terörü başladı. Tabii bu terörün ülke insanına verdiği her türden zarar da cabası! Kamu maliyesinde, erken emeklilik (ki Demirel’in hediyesidir), yüksek taban fiyat vs nedeniyle oluşan büyük ölçekli bozulmalara bir de yanlış tedbirler ve yaşanan kriz eklenince, borç batağı ufukta göründü. Ama yine de üstesinden gelinebilirdi. 28 şubattan sonra ise kamu maliyesi iyice bozuldu. Bunu anlama için, 28 şubatın hemen öncesinde, 1997 ocak ayı sonunda % 80 civarında seyreden faizlerin 28 şubat sonrasında % 140’lara tırmanmasını ve aylarca o civarda seyretmesini hatırlamak yeterlidir. Tabii ardından mali piyasalar çöktü, reel ekonomi iflasın eşiğine geldi: 2001 krizi…
2001 krizi Türk tarihinin en büyük ekonomik kriziydi. Baba Bush ve ekibinin o sıralarda İstanbul’a gelip “ekonomi kurumlarını ucuza kapatmaya geldik” beyanatını hatırlayalım. 2001 sonrası ekonomi politikaları, Türk şirketlerinin yabancılarla yaptığı evlilikler, sıcak para vakıası, yabancıların Türk para ve sermaye piyasalarına egemen oluşu, ekonomiyi kontrol edebilecek büyüklüğe ulaşması…. Bütün bunlar yavaş yavaş gerçekleşti. Yani ikinci darbe de Türkiye’yi küresel sermayenin tam egemenliğine soktu. (Bir ekonomist çıksa da, 1997’den itibaren anormal derecede yükselen faizin maliyetinin ne olduğunu hesaplasa!)
Bu süreçte AKP iktidarının rolü nedir? 2002’ye kadar olup bitenlerde herhangi bir rolü yoktur. Ama 2002 iktidarı sonrası, AKP kendine tembih edilenin dışına hiç çıkmadı ve küresel sermayenin her dediği yapıldı. Türkiye’ye sıcak para aktı ve akmaya devam ediyor. Artık ekonominin, piyasaların geleceğini yorumlamak için Amerikan ekonomisine ve Wall Street’e bakılıyor. Artık isteseniz de bu ekonomik işgalden kurtulamazsınız; en azından kısa süre zarfında… Artık isteseniz de, küresel sermayeye rağmen siyasal alanı dilediğiniz şekilde biçimlendiremezsiniz. Mesela darbe yapamazsınız!
Geçmişe dönüp soralım: Sahi, nerede bu Aczimendiler? Nerede bu Kalkancılar, diğer sarıklı cüppeli şahsiyetler? Birden ortalıktan kayboldular.
Yakın döneme bakarak soralım: 2002 sonrası sular duruldu mu? Darbe anatomisi ne durumda?
Sular durulmadı ve anatomik inşa sürüyor(du) ve şekilleniyor(du). Dink, papaz ve misyoner cinayetleri, Danıştay saldırısı, Cumhuriyet gazetesine bomba atılması vs. Tanık olduğumuz süreç işledi. Geçen yıl Nisan ayından itibaren da tüm ülkede “rejim elden gidiyor” mitingleri düzenlendi. Seçimlerden sonra kısa süreli bir suskunluk oldu ve normalleşmeye başladığımızı düşündük. Hemen arkasından Başbakan’ın başörtüsü açıklaması, ardından Anayasa’da yapılan değişiklikler vs.
Son günlerde ise “namaz meraklıları” ve bunlarla ilgili haberler ortalığa döküldü. Okulun birinde kızlara dinsel baskı yapılmış. (Hemen Meclis araştırma komisyonu kuruldu da dinsel baskı değil mahalle baskısı olduğu anlaşıldı) Rivayet bu ya, biri şehirler arası otobüsü namaz kılmak için durdurmuş. (Sanki kaza edemezmiş gibi) Biri Akmerkez’de ortalık yerde namaza durdu. Basın “işte bakın neler oluyor” diyerek manşetlere taşıdı ama, anlaşıldı ki Arap turistmiş. Bir apartmanda dairelerin kapısına Allah yazılmış. Mersin’de kızlara kezzap atılmış. (Yakalandı da irticacı değil sapık olduğu anlaşıldı.) Basın da bütün bu ferdî olayları ballandıra ballandıra ekranlara taşıyor. Daha ne olaylar ve komplolar önümüze getirilecek, göreceğiz.
Darbeler gerilim ve bu gerilime dayanan çatışma üzerine bina edilir. 28 şubatla oluşturulan gerilim başörtüsü yasağı üzerinden bugüne taşındı. Son yasal değişiklikler ise gerilimi tırmandırdı. Fakat tam bu sıralarda Gladyo tasfiye edilmeye başlandı. Yani anatomi tam şekillendirilemedi, gerilim yarım kaldı. Çünkü bu cinayetlerdeki karanlık bağlantılar ortaya çıktı ve halen konuşuluyor. Bağlantıların ucu da hep kamu görevlilerine dayanıyor. Cumhuriyet gazetesine atılan bombanın kardeşleri ele geçirildi. Danıştay saldırganının Ergenekon soruşturması çerçevesinde tutuklananlarla bağlantısını basın günlerdir yazıyor.
Niçin eskisi gibi başarılı olamadılar?
Öncelikle söyleyelim; artık neredeyse herkes bu türden gerilimlerin yapay olduğunu ve bir merkezden tezgahlandığını biliyor. Şöyle de düşünülebilir: Gladyo, gerilimi tırmandırabileceği siyasal grup bulamadığı için, ülkeyi kaos gibi gösterecek eylemlerini tek tek kişilere yaptırmaya başladı. Hepsi de fiyaskoyla sonuçlandı. Bu çerçevede Devlet Bahçeli’nin genel başkan olduktan sonra “hiçbir ülkücü hangi gerekçe ile olursa olsun, hiçbir çatışmanın içine girmeyecektir” talimatı etkili oldu. Organize bir grup provake edilemediğinde, gerilim çatışmaya dönüştürülemez. Gladyo’nun işini yapabilmesi için karşı karşıya gelmeye hazır gençliğin olması gerek…
12 eylül öncesinde Gladyo hem sağda hem solda yuvalanmıştı. Şimdi ise örgütlü bir sol gençlik yok! Burada Gladyo’nun müttefiki olabilecek kimler var? Sadece birkaç sol dinazor. Sağa gelince; ülkücüler bu tuzağa düşmedi. O kadar çaba sarfedildiği halde, PKK’lılarla ülkücüler çatışmaya girmedi. Son çare olarak ulusalcılık icat edildi, yine kamplaşma olmadı. Çünkü nerede için geçmiş emekli veya yeni yetme hedonist varsa, oraya onlar doluştu. Onbeş yıl önce Batı ülkelerinde tasfiye edilen Gladyo’nun Türkiye’deki uzantısı olan, tasfiye edilmeyen, sadece sınırı daraltılıp yedekte tutulan bu derin çete artık işini yapamaz oldu. Bu süre zarfında dişlerini kaybetmiş ama, onlar bunu fark etmemiş.
Peki, derin çete niye tasfiye sürecine sokuldu?
Artık ABD ve uluslar arası güçler Türkiye’de darbe istemiyor. Çünkü çıkarlarına aykırı bir yapı yok. O zaman bu çetenin suspus olması gerekmez mi?
Onlarca yıl emperyalistlerin değirmenine su taşıyan bu çetenin “ulusalcı” olacağı tuttu. Onlar küresel güçlerden habersiz darbe anatomisi inşa etmeye kalktılar. Okyanus ötesinden düğmeye basıldı ve tasfiye edilmeye başlandı. Nokta dergisinin yayınladığı darbe günlüklerini hatırlayalım. Onların deşifre edilmesi de Okyanus ötesi menşeli. Gerçi derin çete karşı hamle yaptı ve “defter dürdü” ama bir kere proje deşifre edilmişti: Sivil toplum kurumları harekete geçirilecek… Yapıldı, fakat gerilim oluşturulamadı. Derin çete zaten tüm kozlarını kaybetmişti. Darbe meraklıları ancak ülke kan gölüne dönerse kendilerine bir gerekçe bulabilirdi. Mesela Türk-Kürt çatışması çıkarılmaya çalışıldı, anlaşıldı ki onların çatışmaya hiç niyeti yok. Bir başka koz Alevi-Sünni çatışması olabilirdi, artık bu koz da ellerinden kayıp gitti. Alevi insanlarımızın yıllarca süren “kendilerini anlatma ve tartışma” faaliyetleri bu iki grubun arasındaki buzları eritmekle kalmadı, buharlaştırdı bile!
Darbe meraklıları artık köşelerine çekilmelidir. Ekonomik kriz darbelerin altını kısa sürede oyar. Bu ekonomik yapı ve mali durum sürdüğü müddetçe kimse darbenin sorumluluğunu üstlenemez. Bir darbe ülkenin toptan iflası ve ardından da parçalanması sürecini doğurur.
İnsanın “iyi ki bu kadar dış borcumuz, cari açığımız var” diyesi geliyor; hazin ama gerçek!
milaykokturk@gmail.com
Adınız Soyadınız
E-Posta
Girilecek rakam : 364475
Lütfen yukarıdaki rakamları yazınız.